TARİH BÖLÜMÜ PROGRAMI

|

“Tarih günümüzde, günümüz tarihin başlangıcında gizlidir.”

Genel olarak tarihe baktığımızda, her uygarlığın tarihi kendisiyle sınırlandırması ve kendisiyle başlatması gibi bir yanılgının olduğunu görüyoruz. Oysaki toplumların hiçbirinde ebediyet; öncesiz- sonrasız olmadığı gibi, homojenlik ve birden bitiverme de yoktur. Diyalektik gelişim yasasının evrimsel süreçlerinde, doğal gereksinimlerini karşılama eyleminde bulunan insan, uygarlığın ve medeniyetin de temellerini atmış oluyor.

İnsanlığın tarih sahnesine çıktığı yer olan yukarı Mezopotamya; Dicle-Fırat havzası, Zağros ve Toros’ların ovalara sarkan eteklerinde gerçekleştirdiği toplumsallaşma devrimiyle, insanlık tarihinin en büyük eyleminde bulunmuştur. İnsanlığı var eden maddi, manevi değerler bütününü oluşturan medeniyetin temelleri,üretici köylerle atılmıştır. Tarihin bu en büyük devrimiyle kendini yaratan insan, aynı zamanda tarihini de yaratmış yada tarihini yaratırken kendisini de yaratmış oldu.

Kolektif eylem ve kolektif bellek diye değerlendirebileceğimiz tarihi incelerken, öncelikle onun sosyal bir varlık olarak; kendisini koşullayan çevresiyle, birbirleriyle ve doğa ile nasıl bir ilişki içinde oldukları ve bu ilişkiyi nasıl geliştirdiklerine bakmak gerekiyor.

Geçmiş, bugünün ışığında anlaşılırken ve bugün geçmişin ışığında anlaşılabileceğini esas alan bakış açısıyla tarihe yaklaşıldığında geçmiş toplumun anlaşılması ve bugünün toplumuna daha çok egemen olunmasını sağlamak tarihin çifte işlevinin ve rolünün kavranmış olunacağını düşünüyoruz. Yaşadığımız toplumu doğru anlayabilmek ve çözümleyebilmek için her şeyden önce tarihin, geçmiş ve yaşanılan zaman ilişkisi arasındaki işlevi doğru tanımlanmalıdır.

Olay ve olguların sonuçlarından çok nedenlerinin incelenmesi doğrultusunda soracağı ısrarlı “niçin” sorusuyla bulunduğumuz coğrafyada kördüğüme dönüşen sorunların çözümünde azımsanmayacak bir katkı sunacağına inanıyoruz. Tarihçi, niçin sorusunun ardından nereye sorusunu da sorar. İdeallerimiz, inançlarımız ve bizi bağlayan toplumsal değer yargılarımız, tarihin araştırma, belgeleme ve arşivleme konusu olarak çalışmalarımızın önemli bir bölümünü oluşturacaktır.

Günümüzde belgeler tek başına tarihsel olay ve olguları açıklamaya yetmiyor. Bu ihtiyaçtan hareketle, gittikçe önem kazanan ve daha etkili olan, tarihin canlı tanıkları ile yapılan sözlü tarih çalışmalarıdır. Tarih Bölümü olarak da,birinci derecede önemsiyor ve özellikle devrimsel nitelikte olan toplumsal alt- üst oluş ve değişimin yaşandığı bu son otuz yıl, Sözlü Tarih Projesi çalışmalarımız için öncelikli olmakla birlikte, yirminci yüzyılı kapsayan iddialı bir çalışmayı tasarlıyoruz.

TARİH BİLİMİ VE METODOLOJİSİ

Tarihe Bilimsel Bakış

Bilimi, kısaca, realitenin incelenmesi, anlaşılması ve açıklanması sürecinde insanın ürettiği, sistemli hale getirdiği bilgiler bütünü olarak tanımlayabiliriz. Maddenin etkin bir biçimde işlenmesi ve dönüştürülmesi olarak beliren bilimin ana kaynağı ilkel insanın tekniği, bilimin aktarılması ise, ilkin sözle, sonra yazıyla olmuştur; dolayısıyla bilimle ilgili düşünceler ve teoriler sosyal hayatın içinden; büyü, din ve felsefeden çıkmıştır.

Hayatın egemen olduğu ölümsüz bir dünya için varoluş mücadelesi veren insan, varolan her şeye hükmetmeyi, daha başından kaçınılmaz bir görev ve zorunluluk olarak görmüştür. Varoluş gerekçesi olarak gördüğü, bulmaya ve anlamaya çalıştığı vahşi doğa olayları zincirinde bir sır olduğunu sezen insanda araştırma fikri, etrafını sarmalayan bilinmezlikler dünyasının sırını bulmaya çalışmakla uyanır.

Yaklaşık bundan on bin yıl önce, üretimde, insanın yaşamını; tüm maddi ve sosyal varoluş tarzını değiştiren bir devrim yaşandı. Bu devrim, kendisine yaşama olanağını arayan insanı, ateşin ve emek gücünün kullanılmasıyla birlikte insanlık tarihinin en önemli üç icadından biri olan tarım tekniğinin bulunmasına götürecekti.

Alet yapıp kullanan ve doğayı kendi gereksinimlerine göre değiştiren, biçimlendiren insan, kendi tarihinin de temellerini atmış oluyordu. Bu dönemlerin her birinde insanlar, bilimin zorunlu temelleri olan tekniklerin ve fikirlerin gelişmesine katkıda bulundular.

Diyalektik hareket halinde bulunan toplumun araştırılması, incelenmesi ve yararlanılabilecek sonuçlar çıkarılması işini yüklenen tarih bilimi, aynı zamanda, geçmişteki ve şimdiki insanın karmaşık tecrübesini, getirdiği çok yönlü perspektifle anlaşılır kılmıştır. İnsanoğlu bugünü, içinde yaşadığı toplum yapısını hem çevresi açısından hem de dünya açısından tanımak gereksinimiyle karşılaşmakta. Kişilerin toplumsal işlevi toplumsal değişimin yönünü tanımaya onları zorlamakta. İşte toplumsal yaşantının güncel durumu ve günceli bilme zorunluluğu insanları geçmişi bilip tanımaya yönelttiği noktada, Tarih Bilimi bir ihtiyaç olarak önümüze çıkıyor. Ve bu noktada tarihçinin önüne, bilimsel olarak yanıtlaması gereken, “Geçmişi bilimsel nesnellikle değerlendirme olanağı var mıdır?” sorusu çıkıyor. İnsanın yaşadığı toplumsal ortamın varılan aşaması, geçmişin değerlendirilmesi ve bugünün geçmişle doğrulanması, ancak bilimsel nesnellikle bilinebilir ve saptanabilir.

Bilimlerin gelişmeleri her şeyden önce yöntem sorunudur. Bilimsel düşünce Batı’da XVII.yy’da ortaya çıkmıştır. Önceleri doğa ile ilişkili bilimler gelişmiştir. Tarih de bilim olarak bu tarihten sonra vardır. Yöntemli bir bilim olarak olmasa bile tarih çok öncelerden vardı. Ancak insanoğluyla birlikte var olmasına karşılık tarihin bilimsel nitelik kazanması XVII. yüzyılın ikinci yarısında oldu. Tarih biliminin gelişimi aşağı yukarı diğer bilimlerin geçtiği yolu izlemiştir. Önceleri insanla, toplumla ilgili olaylar yalnızca hikaye edilmiş, sonra bu hikaye edilen olaylardan yararlanılması için formüller düşünülmüş, en sonunda da bilimsel tarih anlayışına ulaşılmıştır.

Tarihi yapan insandır, ama insan iradesini, fikirlerini toplumsal yaşantısında, toplum koşulları içinde bulunduğu sınıfsal konumundan sınıfsal konumunu ise ekonomik ortamdan almaktadır. Üretim biçiminin değişimine bağlı olarak insanın toplumsal davranışları, fikirleri ve tarihi yapan iradesi değişmektedir. Üretim biçimi değişmeden insanın tarihinin değişmesi söz konusu değildir. Tarihin eseri olan insan; halk yada toplum, kendi tarihini yaratabildiği sürece varolabilmiştir.Tarih, toplumsal nedenleri, kökleri ekonomik gelişmede bulunan toplumsal ilişkilerin nesnel yasalarını, özellikle maddi üretici güçlerini inceler.

Tarihi Bilimsel İnceleme Metodu

Tarih metodolojisinin günümüzde yakaladığı düzey, birkaç evrede yaşanan deneylerin sonucunda varılmıştır. XIX. yüzyıla kadar tarih bir olaylar kronolojisi olarak görülürken, yine aynı yüzyılla birlikte başlayan ikinci bir aşamada, tarihte olguları mutlaklaştıran tarihçiler; “tarihteki anlam”ın, tarihte saklı ve kendiliğinden belli olduğu düşüncesini taşıyorlardı. Bilimsel bir temele oturtulamayan bu yaklaşımlar yüzyılın sonlarına doğru tarih ve tarihçinin konusu temelden sorgulanmış ve “tarihteki anlam”ın, tarih felsefesi yoluyla kavranabileceğini açıklayan yöntem bilimle olgu ile tarihçi arasında diyalektik bir bağlantı kurmuştur.

Genel olarak, bir olayın üzerinden uzun yıllar geçmeden tarihinin yazılamayacağına, yazılırsa bu tarihin pek çok eksiklik ve yanlışlıklarla dolu olacağına dikkat çeken tarihçilerle aynı inancı paylaşıyoruz. Bu inancın altında yatan nedenlerden biri yaşanan olayın henüz oluşum halinde olması, yani kısa, orta ve uzun vadedeki tüm sonuçlarının henüz ortaya çıkmamış ve olayları bütün yönleriyle yaşayan insanların halen hayatta olmalarıdır. Bu koşullarda yazılan yada yazılacak olan tarihin ortak özelliği, ağırlıklı olarak sübjektif, yanlı, önyargılı olacağı ve özellikle yakın dönem tarih yazımını pozitif etkileyeceği kanısındayız. Yine genel olarak, değişik tarihi yorum tarzlarına sahip olan tarihçi, yaşadığı çağın düşünce ikliminin yoğun etkisi altında olması ve geçmişi günümüzün bakış açısıyla incelemesi sübjektivizme götürür.

Tarihçinin önemle üzerinde durması gereken olgulardan birisi de, seçici olması; olayların yeri ve önemini tayin etmesi, belirleyebilmesidir. Bir olayın önemi konusunda pek çok faktör etkili olabilir, ancak esas alınacak geçerli olan kriter, bir olayın çok sayıda insanı etkilemesi kapsamlı ve uzun vadeli sonuçlar doğurmasıdır. Tarihçi: İnsan toplumlarının geçmişiyle ilgili araştırmalarda ve yayınlarda uzmanlaşmış yazardır. Tarihçi olmak son tahlilde, insanların ruhunu anlamak, onların ruhuna nüfuz etmek, düşüncelerine, davranışlarına, hayatlarına bir anlam, bir değer veren şeyi bulmaktır.

Doğru, olgusal ve bilimsel olan, tarihin şafağından günümüze uzanıp gelen insanlığın geçirdiği yada yaşadığı süreçlerin birer halkasını oluşturan uygarlıkların özgünlüklerinin, zaman ve mekan içinde tanımlanabilmesidir. Diyalektiğin tarihsel esasları veya yasaları doğrultusunda yürütülen bir araştırma, olguyla buluşturmayı sağlayacak olan en bilimsel ve sonuç alıcı bir çalışma yöntemi olduğu- olacağı düşüncesindeyiz. Bizi iddialı kılan, olay ve olgulara, dar ulusçu, milliyetçi, idealist- teolojik vb. bilimsel olmayan anlayışlardan arınmış, diyalektik tarih bilimi ve yöntemi temelindeki bilimsel olan yaklaşımı esas alışımızdır.

Tarihin Konusu

Tarih çağlarını ekonomik, toplumsal ve siyasal ölçütler kullanarak gelişme ve değişme aşamalarını saptayacak biçimde sergilemek bilimsel bir yaklaşımdır. Tarih yazılı belgelerin bulunuşundan bu yana geçen süreyi konu edinir. Yazılı belgelerin bulunmadığı zaman ise “tarih öncesi” olarak adlandırılıyor.

Tarih biliminin incelediği, değerlendirdiği süre bir bütünlük gösterir. Zaman birbirinden kopuk anlardan oluşmaz; birbiriyle bağlantılı ve akışkandır. Tüm bilimlerde olduğu gibi tarihte de zaman, özelliklerine göre, ayrı ayrı uzmanlık alanlarına bölünerek yani bir bakıma zaman sınıflandırarak inceleme kolaylığı sağlanılmaktadır. Tarihin konulara göre bölümlenmesi denilince doğa tarihi, düşünce tarihi, hukuk tarihi, siyasal tarih, felsefe tarihi, iktisat öğretileri tarihi, yazım tarihi, sanat tarihi, bilim tarihi, türlü etkinliklerin ayrı ayrı tarihleri gibi bir çok dalda karşılaşılmaktadır.

Tarihte kaynak denilince insanın toplumsal yaşantısından doğan tüm yazılı-yazısız belgeler akla gelir. Tarihin konusu olan yazılı belgeler her zaman yeterli olmaz. Çünkü, feodal ve köleci toplum dönemlerinde, yazı yalnızca yönetim erkini elinde tutanlarca kullanılmaktaydı. Günümüz toplumunda da belgeler, “devlet sırı” diye saklanmaktadır.

Sözlü haberler, destan ve hikayeler, efsane, menkıbe, fıkra, anlamlı sözler, yazılı haberler; yazıtlar, soyağacı, yıllıklar, kronikler, biyografi, anılar, gezi notları, gazete vb. yazılı belgeler. Resim, fotoğraf, film gibi çizim haberleri. Kendiliğinden kalan kalıntılar; insanın vücut kalıntıları, dil ve yer adları kalıntıları, gelenek, görenek, halkbilim(folklor) kalıntıları, sanat, bilim ve zanaat kalıntıları, nümizatik kalıntılar, edebi eserler. Bazı özel ilgilileri yaratan kalıntılar; anıtlar ve diplomasi kalıntıları da tarihin kaynakları arasında yer almaktadır.

Tarih Bilimi’nin Diğer Bilimlerle İlişkisi

‘Tarih tüm bilimlerin kendilerine kendilerini öğreten bir bilimdir.’

Tarihi anlamak, anlamlandırmak, eski ve yeni arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak için pek çok bilim dalı, tarih biliminin tamamlayıcısı olmuştur. Edebiyattan sosyolojiye, antropolojiden arkeolojiye, dil biliminden coğrafyaya, mimariden mühendisliğe, felsefeden sanata pek çok bilim dalının tarihe katkısı olduğu gibi, tarih de bu bilimlerin sonuçlarını bilerek araştırma alanlarında kullanmaktadır.

Tarihin karanlık dönemlerinin kavimlerini, dış görünüşleriyle tanımlayan inceleyen insan bilimleri dallarından olan etnografya tarihle yakın ilişkisi olan bir bilimdir.

Bir sanat anlayışının kazanılması sanat tarihiyle birlikte olur. Sanat kalıntılarının niteliğinin anlaşılabilmesi için tüm yapılan bilimsel işlerden, sanatçıya gelişme olanağını sağlayan tarih bilgisidir.

Sosyoloji bilgilerini kavramayan bir tarihçinin yaptığı araştırmada tarihsel olayların sosyal temelini aydınlatmayacağı için bilimsel olmaktan uzak olacaktır. Tarih ve özellikle tarih öncesi incelemelerinde; tarih biliminin tamamlayıcısı, başka bir deyişle yazısız zamanların ve insanlığın geçmişinin bilgi kaynaklarından en önemlisi Arkeoloji olmuştur.

Sosyoloji, ekonomi, hukukla ilgili bilimler ile felsefe tarihten yararlanmakta. Tarihin diğer bilimlerle ilişkisine değinirken en önemli ve üzerinde durulması gereken sosyal bilimin Arkeoloji olduğunu düşünmekteyiz. Arkeoloji tarihin yazısız zamanlara ilişkin en karanlık noktalarını yazılı bir belge olmadan ortaya koyar. Geçmişin bilgisinin bugünle buluşturmak, arkeoloji biliminin toplumla, kitlelerle buluşması ile sağlanabilmesi mümkün olacaktır. Yaşamla bağlarını iyi kurmak gerekir. Bu yüzden yalnızca uzmanlar tarafından değil, akademilerde kalması için değil, Arkeoloji, toplumun bu bilgilerden yararlanması, bugünü anlamada dünü öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu anlaması için geçmişi, insanlığın en eski tarihini inceler. Geçmişte ne olduğunun araştırmaları daha çok sürecektir. Kuramlar, yeni kanıtlar, üstü örtülmüş veya görmezden gelinen veya söylenemeyen belgeler, toprak altında yatan yeni ortaya çıkacak, keşfedilecek yeni belgeler, yaygın kabullenilmiş ve yerleşmiş bakış açılarını, bilimlerin eksik yanlarını değiştirecektir.

Eski uygarlıkların anıtlara ve eşya kanıtlarını inceleyen arkeoloji ile sanat tarihinin tarih için yeri ise daha ayrı değer taşımaktadır. Arkeoloji araştırma teknikleri bakımından tarihten ayrı bir bilimdir. Ama amaç olarak tarihe sunduğu sonuçlar bakımından yakınlığı diğer bilim dallarına oranla çok fazladır. Kısacası arkeolojisiz tarih, özellikle eski çağlar için olanaksızdır.

TARİHİN TOPLUMDAKİ YERİ

Tarih ve Kadın

Tarihin, uygarlıkları yaratmada esas rolleri oynayan iki cinsten birine daha haksız davrandığını üzülerek görmekteyiz. Kadının yarattıklarına ve bugününe bakarsak; maalesef kadın, bir canlı türü olan insanın devamını sağlamak ve erkeğin iktidarını güçlendirmenin ötesine gidememiştir. Oysaki birçok uygarlığın doğuş noktası olan Ortadoğu, Mezopotamya ve Anadolu; erkeğin eliyle ise tarih; kadını, ilk doğduğu çağların çok gerisine düşürmüştür.

Tanrılardan önce Tanrıçalar vardı. Neolitik öncesi ve insanın yarattığı devrim çağı veya evrim çağı olarak nitelendirilen Neolitik dönemde kadın; tohumun bulunması, tarımsal üretim ve üretim sonrası biriktirme ile birlikte yerleşik ve düzenli yaşama geçişte belirleyici role sahipti. Tabi bunları yazılı belge ve metinlere dayandıramayız ama yaşam biçimlerinden, mimariden, duvar resimlerinden, tarımsal üretim ve iş bölümü konularından en doğru yorumları yapabiliriz. Yaşamın devamının tarımsal üretimle birebir ilişkili olması, dolayısıyla üretimde kadının rolü ve ayrıca doğurganlığı ile kadın, güç olarak görülmekteydi. Yerleşik ve toplu yaşamda, klanda, kabilede söz sahibi idi. Hatta bugün bile örneklerini gördüğümüz Ana tanrıça heykelciklerinden de anlayacağımız gibi kadın, kutsallaştırılmıştı. Giderek kadının etkisizleştirilmesi ve gücünün yitirilmesi ile yazılı tarih; erkeğin egemenliğinde yazılmaya başlandı ve bugüne kadar devam eden bir tarih anlayışıyla... Artık Ana tanrıça yoktu en büyük tanrı vardı. Varolan tanrıçalar diğer tanrılar gibi en büyük tanrıya itaat edecekti.

Yeryüzünde cins hiyerarşisinden, insan ilişkilerine, toplumsal ilişkilere, kültür, ırk, din, dil,coğrafyaya göre değişen egemenlik biçimlerinden, devletleşmeye doğru giden ve devamında üretim, yönetim, ekonomik yöntem ve biçimlerine kadar tüm iktidar biçimleri; kadın için tek bir iktidar biçiminde birleşir; erkeğin iktidarında. Kadını da tıpkı doğa gibi nesnelleştirmiş, kendi istediği konuma sokmuştur.

Kadının tarih ile hesaplaşması; tarihi eril bir anlayıştan kurtarmak, tarihsel dönem ve aşamalarda, toplumsal ilişkileri, cins ilişkilerini inceleyen, doğa ile uyumlu bir yaşantı biçimlerini arayan her türlü hiyerarşiyi aşan bir tarih düşüncesi yaratmakla olacaktır. Kadınların kaybettiklerini gün ışığına çıkaracak araştırmalar yapmak, tarihin çağlarında unutulmuş pek çok olay, olgu ve kişilerin gün ışığına çıkmasını sağlayacak çalışmalarda bulunmak ve tarihin bundan sonraki yazımında esas yerini ve rolünü almak kadının tarih ile buluşmasını sağlayacaktır.

Bu buluşmada, esas sorumluluk Neolitikle birlikte Toplumsal Evrimin çıkış yeri ve uygarlığın beşiği coğrafyasında Mezopotamya’da yaşayan halkların kadınlarına özelliklede Kürt kadınına düşmektedir. Tarihi belki en başta yeniden tartışacak ve yerine oturtacak olan kadın Kürt kadını olacaktır. Tarihi hem kendi halkının kültürü, dili ve tarihi açısından hem de kendi cinsi açısından inceleyen araştıran ve belgeleyen Kürt kadını, diğer kadın ve halkların mücadeleleri açısından, model oluşturacak kadınlar arasındaki özgürleşmeyi güçlendirecektir.

Bunun için; Tarih bölümü olarak bizlere düşecek en büyük sorumluluk; ataerkilliği aşan, sorgulayıcı, eskiyi ve yeniyi tartışıp, araştıran ve geleceğe yeni düşünceler bırakan bir birikim yaratma, kurumsallaşmadır. Bu düşünceyi ortaya çıkaracak tarih araştırmaları ve yazımı yapılırken; kadın tarihi araştırmaları ve projelerini de uygulamaya koymayı düşünmekteyiz. Bu çalışmalar gerek bölüm bünyesinde gerek diğer kadın tarih kurumları ile ortaklaşa yapılacaktır.

Tarih ve Ekoloji

İnsanlık tarihi, yeryüzü tarihinin bir parçası, hatta yeryüzü tarihini değiştiren en önemli parçasıdır. Doğayı kendi yaşamını devam ettirmek için değiştiren, tarımsal üretimi keşfeden, yerleşik düzene geçişle, teknik ve teknolojik buluşlar ile çevresini, coğrafyasını ve dengesini bozmaya başlamıştır. Önce ilkel yöntemlerle doğaya saldıran, doğanın diğer öznelerini değiştiren veya yok eden insan, sonraları daha az zarar vermeyi deneyerek doğanın diğer öznelerini yok etmeden, sürekliliğinin devamı için çalışmıştır. Bu çalışma her ne kadar daha az zarar verme amacı gütse de kendi türünün devamı için yapılmaktaydı. Bu aslında insan neslinin ve toplumsal yaşamın devamı için yapılmış olsa da Ataerkilliğin her şeye hükmetme anlayışına dayanır. Tıpkı kadın, doğa ve toplumların erkeğin egemenliğinde olması gerektiği düşüncesinden doğmaktaydı.

Yinede tarihe baktığımızda bu; insanlık için, üretimci gelişmeye kattığı bir aşamadır. Üretimci insan doğayı yok etmek yerine devamını sağlamayı öğrenmiştir. Bulduğu teknikler sayesinde, çoğalan insan türünün yerleşim düzeni, tarımsal üretim, ticaret ve teknik üretiminde ilerleme sağlarken, doğada kendine yararlı değişiklikler yaratmaya ve diğer hayvanlar, bitki türleri, iklim örtüsü, coğrafi çevre ve toprakta daha korumacı önlemler aldı. İnsan hem kendi türünü devam etmek zorunda, hem de doğadan yararlanmak zorundaydı.

Kır ve kent arasında bir denge yaratırken, ekoloji ve teknoloji arasında da bir denge yaratmak toplumsal modeller açısından, bugün artık bir zorunluluktur. Ayrıca doğanın taşıyabileceği kapasiteye göre toplumların yerleşimlerinin düzenlenmesi de ekolojik denge açısından önemlidir. İnsanın doğal dünya ile uyumu, buna göre de toplumsal ilişkilerin uyumuna dayanan çözümler artık kaçınılmaz zorunluluklar haline gelmiştir. İnsan yaşamının doğal temeli yerküredir. Eğer insanın üzerinde yaşamını devam ettirdiği yerküre altüst olursa dolaysıyla insan yaşamının maddi veya doğal temeli de altüst olacaktır. Bu bilinçle tarihi anlamaya çalışmak; yerküre tarihinin bitiminin, insanlık tarihinin bitimi olduğunu anlamak anlamına gelmektedir.

Tarih, Coğrafya, Halklar ve Kültürler

Üzerinde bulunduğumuz topraklar, Anadolu ve Mezopotamya; kurulmuş, yaratılmış kültür, uygarlık, halklar ve devletler açısından en zengin topraklardır. Belki bu yüzden tarihin, insanın kültürü ve uygarlığı keşfetmesi açısından başlangıç noktası... Paleolitik’e kadar geri giden bir tarihe, insanlık geçmişine sahip olması ve üretime geçiş evresi olan Neolitik’in pek çok yerinde yaşanması açısından insanlık için dünya tarihi açısından en önemli bölge. Her ne kadar bu öneme denk bir sahip çıkış görülmese de bu coğrafya bu kadar kültür, uygarlık açısından tarih bilimine ve tarih bilimcilerine ağır bir sorumluluk yüklemektedir. Çünkü bin yılların ve yüzyılların kültür ve uygarlıkları birbirini etkilemiş ve etkilenmiştir.

Egemen sömürgeciler, devletler veya halklar tarafından; ne yazık ki diğer kültür, uygarlık, halk ve devletler daima tehdit altındadırlar. Bu coğrafyada da egemen kültür, uygarlık, halk ve devletler diğerlerinin kültür birikimlerini zorla etkisine aldığı gibi maniple etmiş hatta yok etmek dahi istemiştir. Osmanlı imparatorluğun getirdiği sömürgeci anlayışla tarihi birikim ve mirasları dini kisveye büründürerek kimi eserleri kiliseden camiye dönüştürmüş, bazılarını da yıktırmıştır.Doğru ve tarafsız tarihlendirme ve araştırmalar; ortak kültürlere nasıl bakmamız gerektiğini, halkların kendi ürettiklerini de diğerlerinin egemenliğine sokmamayı, kendi tarihini araştırmayı ve kültür etkileşimlerini de doğru tanımlamayı sağlayacaktır.

Sümerlerden başlayan pek çok uygarlığın yaşandığı ve halen pek çok halkın yan yana yaşadığı bu coğrafyada; milliyetçilikten uzak bir tarih yaratılmak ve yaşatılmak zorundadır. Bu coğrafyanın kaderi egemen tek bir halk olmamalı. Böyle olduğu zaman tüm halklar kendi tarihlerine yabancılaşmakta, kendi tarihine yabancılaşan halklar Sümerlere kadar bin yıllar öncesine kadar da inse bile; birbirinden kopuk bir tarih ortaya çıkaracaktır. Baktığınızda yüzyıllar aynı coğrafyada yaşamış Türkler, Kürtler, Lazlar, Ermeniler, Rumlar, Çerkezler, Gürcüler, Arnavutlar, Süryaniler, Terekeme’ler, Azeriler, Yezidiler vs. kendi tarihlerine yabancılaşarak kendi kültürlerini araştırmak ve yaşatmak için pek çaba harcamamışlardır.

Oysaki Anadolu ve Mezopotamya’nın tarihinde yaşamış Sümer, Babil, Asur, Hitit, Med, Urartu, Helen, Roma, Bizans, Osmanlı gibi pek çok uygarlık ve devletten bugüne kalan tarihsel mirastan fazlasına sahibiz. Saydığımız bu halk ve ulusların kültür, birikim ve tarihlerinin tarafsız olarak araştırılması, üretimlerinin ortaya konması gerekmektedir. Sömürgeci ideolojik anlayıştan arındırılarak, demokratik ve özgür bir biçimde aynı coğrafyadaki bu kültür ve halkların, bu bölgenin zenginliğini açığa çıkaran tarih anlayışı ve yazımı, bugünkü halklara ve uluslara hakkını iade edecektir. Tarihe bu şekilde yaklaşmak aynı coğrafyadaki devletleri, halkları, kültürleri özgürce ve barışçıl olarak; hem tarihle hem de birbirleriyle buluşturmak demektir.

Tarihin Eğitim ve Öğretimdeki Yeri

‘İnsan tarih öğrenimiyle bilimsel düşünce gücü kazanarak kendine güven duygusu edinir.’

Eğitim ve öğretimde elde edilen bilgilerin anahtarı tarih bilincidir. Toplumun değişim sürecini kavratarak ancak tarih bilinci edinilebilir. Bilimsel bir anlayışla tarih öğrenen kişi toplumun değişim aşamalarını, değişimin yönünü anlayınca doğa ve toplum ilişkisinin diyalektiğini kavrar.

Her ulusal toplum bir tarihsel gelişimin sonucudur. Bugün var olan ulusal ve toplumsal sorunların çözümü onların tarihsel konumunda aramak, oradan bulunacak ip uçlarıyla çözme olanağı vardır. Ulusal tarih bilgisi edinmenin sınırı ulusal toplumsal yapısının anlaşılmasını sağlayacak düzeydedir.

Tarihte, hangi halkın, hangi toplumun olursa olsun edindiği deneyimler, gerçekleştirdiği gelişmeler insanlığın ortaklaşa yararlandığı ve yararlanacağı ortak değerler olarak benimsenmesi ve öyle algılanması insanda, insanlık uygarlığına götürecek insanlığın tarih bilincini yaratır.

Tarih doğrudan doğruya dünyaya bakma yöntemidir. Eleştirel düşünce kazanmak, araştırma, yargılama ve yorumlama gücü edinmek açısından tarih öğretimi en önemli araçtır.

KÜRT TARİHİ

Kürt Tarihine Bakış

Kürt tarihi, Toros Zağros dağ silsilesinin eteklerinde yaklaşık olarak M.Ö 12 binlerden itibaren neolitik devrimle biçimlenen kültürün ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bilimsel araştırmalar sonucu ortaya çıkan veriler, Kürtlerin neolitikten önce de bu bölgede yaşadıklarını doğrular niteliktedir.

Kürtler Neolitiği yaratan ve yaşatan Aryan kültürünün kök-hücre topluluklarındandır. Başta Sümer uygarlığı olmak üzere birçok kültürün şekillenmesinden ve bunun günümüze kadar taşırılmasında önemli bir role sahiptir. Kürt halkının bugünkü dil yapısı, mimarisi ve sosyal yaşam tarzı iyi incelendiğinde halen neolitiğin kalıntılarına rastlamak mümkündür. Demek ki Kürtleri de, neolitiği yaratan güçlerin başında gelen Aryen kültürünün en önemli halklarından ve topluluklarından biri olarak görmek bizi doğru bir tarih perspektifine götürür.

Kürtleri, Sümerlerin baş kurucularından ve tarihin başlangıcında yer alan halklardan biri olduğunu söyleyebiliriz. İlk çağda Kürt Tarihini Guti, Elam, Lulu, Hurri-Mitani, Kassit gibi bağımsız topluluklar ve küçük devletçikler ile Urartu ve Med gibi büyük devletler oluşturmaktadır.

Medlerin yıkılışından sonra Kürdistan toprakları Roma, İskender orduları, Pers ve sonrasında ise Sasani’ler arasında bir çatışma ve çekişme alanı olmuştur. Süreklileşen işgal ve sömürüye karşı, güçlü kültür ve tarihi miraslarına dayanarak, bağımsız aşiretler halinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yine bu dönemde Kürtler, bölgede önemli bir etki gücüne sahip olan Zerdüşt dinini benimsemiş ve bu dinin koruyucusu olmuşlardır.

Arap yarımadasında doğan ve yayılan İslamiyet Kürtlere zorla kabul ettirildi.Yıllarca süren egemenlik savaşında, İslam ümmetçiliği ve Arap milliyetçiliği adına, Kürtler defalarca katliamlardan geçirildi.Baş gösteren direnişler kanla bastırıldı ve Kürtlerin dini olan Zerdüştlük baskıyla ortadan kaldırıldı. İslamiyet, özellikle Arap, Fars ve Türk egemenlerince baskı ve zor aracı olarak kullanıldı.

Malazgirt savaşıyla Kürtler, Anadolulun kapılarını Türklere açarak, günümüze kadar devam eden yeni bir dönemi de başlatmış oldular. Bu dönemde Kürtler Mervaniler ve bağımsız beylikler halinde tarihi ve kültürel değerlerine sahip çıkarak koruyabilmişlerdir. Osmanlılar döneminde ise Kürtler çoğu zaman otonom ve eyalet sistemiyle Osmanlıya bağlı kalmışlardır.

Kapitalist ve emperyalist güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda başlattıkları birinci dünya savaşıyla orta doğuda haritaların yeniden çizildiği, Osmanlının yıkılıp Arap topraklarının parçalanmasıyla sonuçlanan bu savaşta Kürdistan coğrafyası Türkiye, Irak, İran ve Suriye arasında dörde bölünmüştür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda etkili ve aslı güç olarak yer alan Kürtler, kısa süre sonra unutulmuş ve çok yönlü bir asimilasyon, inkar ve şiddete maruz bırakılmıştır. Bu politikalara karşı Kürt halkı Koçgiri, Şeyh Sait, Ağrı, Dersim gibi çok sayıda isyanla karşı çıkmıştır.Yenilgiyle sonuçlanan bu isyanlar, Kürt sorununda çözümsüzlüğü daha da derinleştirmiştir.

Kürtlerin yaşadığı diğer ülkeler olan İran, Suriye ve Irak’ta da durum pek farklı değildi. Uygulanan Araplaştırma politikalarına karşın Irak Kürdistan’ın da özellikle Mahmut Berzenci ve Barzani hareketleri baş göstermiştir. Ömrü çok kısada olsa 1945’te Mahabad Kürt Cumhuriyeti kurulmuştur.

Genel itibariyle kapitalist emperyalist dönemin son iki yüz yılında Kürtler kendilerini ulus-devlet olarak örgütleyememiştir. Yaygın isyanlarla daha da çok ezilmiş ve güçten düşmüş olarak İran, Arap ve Türk ulusal devletlerin hakimiyeti altında yeteri kadar bir güç ve ağırlık ifade etmeden, egemenler tarafından neredeyse tarihten silinmeyle yüz yüze getirilmiştir. Fakat son çeyrek asırda Kürt halkı verdiği demokratik mücadelesiyle gerçek tarihiyle buluşmayı hedeflemiş ve bunda azımsanmayacak bir mesafe kat etmiştir. Özellikle, 1970’lerden itibaren yeniden,çağdaş temelinde örgütlenen ve mücadele veren Kürtler, tarihlerinde açtıkları yeni bir sayfayla, Medlerden sonra ilk kez özgürlük şansını yakaladıklarını görüyoruz.

Kürt Tarihinin İnsanlık Tarihindeki Yeri

Sınıflaşma, devletleşme ve beraberinde erkek egemen zihniyetin gelişmesiyle birlikte Kürtlerin ataları olan bu topluluklar rölatif bir bağımsızlık ve kendini koruma mantığıyla dağlara çekilmişlerdir. Yaşadıkları coğrafyanın işgale uğramasından dolayı tarih öznesiyken günümüzde tarihin nesnesi konumuna düşmüşlerdir. Tarih yazımının egemenler tarafından yazılması da bu durumu pekiştirmiş olup bir ulusu sahip olduğu tüm değerleriyle inkar etmiştir. Hatta bu durum sadece Kürt halkı için geçerli olmayıp Ortadoğu’da varlıklarını sürdüren birçok halk içinde geçerlidir.

Dolayısıyla bilimsel verilere dayalı olarak ortaya çıkacak olan Kürt tarihi beraberinde bölge halklarının olduğu kadar, insanlık tarihinin de aydınlanmasını getirecektir. Binlerce yıl süren doğal etkileşim ve doğal özümsenişin yaşandığı bu coğrafyada insanlık tarihinin ana halkasını oluşturan Kürt tarihi, egemenlerin saptırılmış tarih anlayışını, bilimsel zemine çekmede devrimsel bir öneme sahip olacağı kanısındayız.

Yine bilim ve teknolojinin çok hızlı geliştiği, coğrafik sınırların kalktığı, dillerin, dinlerin ve kültürlerin sınırsız gelişebileceği bir dönemde, tarihe 14 bin yıldır tanıklık eden Kürtlerin tarihinin aydınlatılması tüm bu gelişmelere katkı sunacak niteliktedir. Bunun için halkların özgür ve demokratik bir birliktelik içerisinde yaşamaları; karşılıklı birbirlerinin kültürlerine,dillerine ve tarihlerine saygı içerisinde olup bu değerleri karşılıklı geliştirip yaşatmalıdırlar. Bir halkı yaşatan ve onu geleceğe ulaştıran araçlardan bir tanesi de onun tarihi olduğu göz önünde bulundurulursa Kürt tarihinin aydınlatılması; yıllardır uygulanan inkara ve şiddete karşı bilimsel bir cevap olacaktır. Bu halkların demokratik birlikteliği içinde şarttır.

Kürt Tarih Olgusuna Yaklaşım Sorunları

Tarihi tarih yapan, temelinde bilinçli emeğin üretkenliği bulunan toplumsal gelişim, değişim süreçlerinin nesnel yasaları ve bu süreçlerde etkili olan iradi güçlerdir. Bu iradi güç konumuna gelen toplum tarih yaratırken, tarihin öznesi olarak kendisini de yaratmış oluyor.

Toplumsal değişim ve dönüşüm süreçlerinin doğuşunda, gelişme ve yayılma aşamasında Kürt ataları etkin bir şekilde yer almıştır. Uygarlıkların doğuşunda da en büyük paylardan birine sahiptir. Bu gerçeklik göz önünde bulundurulduğunda, Kürt tarihinin uygarlık tarihinin ilk aşamalarına denk geldiği görülebilmektedir. Böyle bir gerçeklik olmasına rağmen; Kürt tarihine ilişkin yapılan değerlendirmelerin bir çoğunun bilimsel temelden yoksun olduğu görülmektedir. Bu durumda tarihin başlangıcında yer alan bir halkı tarihin dışında bırakmıştır. Bilimsel çalışmaların açığa çıkması, bilimsel yöntemlerle yürütülen çalışmalarla açığa çıkacaktır. Bu anlamda Kürt tarihine ilişkin yapılan çalışmalarda bir bilimselliği yakalama ve bunu tüm tarih çalışmalarına hakim kılma bölümümüzün önüne koyduğu en önemli hedeflerden biri olacaktır. Bu bakış açısıyla tarihe baktığımızda, insanlığın genel toplumsal gelişimi sürecinde, Kürt tarih olgusunun özgünlüğünün yeri ve önemi çok daha iyi anlaşılabileceği inancındayız.

İnsanlığın tarih sahnesine üretimle ve emeğin bilinçli eylemiyle çıkması insanlık tarihinin en büyük eylemlerinden biri olmuştur.Birbirine benzeyen küçük gruplar halinde avcılık ve toplayıcılıkla varlıklarını sürdüren insanlarda, ancak Prehistorya’nın son aşaması olan neolitik dönemle birlikte, dil ve kültürde gelişme ve ayrışma görülebilmektedir. Dolasıyla bu aşamada herhangi bir topluluğu diğerinden üstün tutmak mümkün değildir. Tarihin şafak vaktine denk düşen neolitiği oluşturan toplum, tarihin başlangıcında da önemli bir role sahip olmuş oluyor. Neolitiğin oluştuğu, geliştiği ve dünyaya yayıldığı yer olarak gösterin Verimli Hilal, tarihin şafağından günümüze kadar Kürtlerin yaşadığı ve yurt edindiği alanlardır. ‘Demek ki; Kürt olgusu açısından en önemli bir tespit, neolitiği geliştiren ve yaşayan toplumsal varlıkların en eskisi olmalarıdır... Neolitik toplumun genel özellikleri bilindiğine göre bunun yaratıcısı olan Kürt atalarını ve analarını tanımlamak daha kolay ve önemli olmaktadır. En eski ve yaratıcı halklar kategorisinde ilk sıralarda yer almak önemli bir özgünlük olup sonuçları tarihe beşikliktir.’

Neolitik uygarlık, bölge üzerinde sürdürülen egemenlik savaşları arasında kaybolan, görünmez kılınan Kürt tarihinin aydınlatılmasında kilit rol oynayacaktır. Tarihin başlangıcından günümüze ulaşmayı başaran kıvılcımlarından, 14 bin yıl öncesine; insanlığın ve Kürdün başlangıç tarihiyle buluşma avantajını yakalamış oluruz. Günümüzden tarihin başlangıcıyla kurulan diyalog köprüsüyle, “tarihe nerden başlamalı?” sorusuna da yanıt bulunmuş olacağı kanısındayız.

Diyalektiğin toplumsal nesnel gelişim ve değişim yasalarını anlayabilen, çözümleyebilen halklar tarihteki yerlerini alırken bu değişim diyalektiğini çözemeyen, anlayamayan halklar ise ya egemenler karşısında ezilip tarih sahnesini terk etmişler ya da tarihin figüranı olmaktan öteye gidememişlerdir. Kürtler gibi tarihin başında, yani neolitik toplum kültürüne takılıp kalmışlardır.

Tarihin şafağında, neolitik devrimle kendini sınırlandıran yada tarihin figüranı olmaktan öteye gidemeyen bir halkın tarihinin, araştırılması, açığa çıkarılması, belgelenmesi ve toplumda genel olarak kabul görecek bir tarih bilincinin yaratılmasının kolay olmayacağının farkındayız. Çünkü; ‘Hiçbir bilim tarih kadar egemen ve sömürücü kesim tarafından çarpıtılmamıştır. Bilim yönteminin giderek etkili ve hakim olmasıyla, emeğin ve halkların tarihinin yavaş yavaş aydınlandığı ve yazıldığı bir döneme girilmektedir. Bu açıdan bilimsel yöntemin uygulanmasıyla, Kürt orijinalitesi en gerçekçi bir içerikle aydınlatılıp layık olduğu yeri bulacaktır.’

‘Neolitik çağın yazılı bir tarihinin olmaması, onu yaşayan halkların tarihsiz oldukları anlamına gelmez; ancak yazılı bir siyasi tarihlerinin olmadığı anlamına gelir. Diğer yandan zengin bir kültür, mitoloji ve etnik tarihleri olduğu kesindir. Tarih sadece yazılı ve siyasi değildir. Hatta gerçek ve anlamlı tarih, insan toplumunu derinliğine etkileyen maddi ve manevi tüm kültür öğelerini kapsayan tarihtir. Bu açıdan bakıldığında, Kürtler neolitik çağın en önde gelen halkıdır; yaratıcı bilgi ve tekniği geliştiren kültürün başta gelen sahibidir. Mezopotamya kültürünün tarihte o kadar derinliğine etkide bulunması bu gücünden ileri gelmektedir.Çok daha kapsamlı ve uzun süreli olarak insanlığın gelişiminde rol oynamış ve katkıda bulunmuş bir çağın kültürünü yaratan ve onu dünyaya yayan halk konumundadır. Fakat önemli bir eksiği bunu tarihe yazdırmamasıdır.’

Günümüzde tarihe beşiklik eden bir halkın tarih yazımında yer almaması hatta egemenlerce yok sayılması gibi bir trajediyle karşı karşıyayız. Kürt olgusuna inkarcı yaklaşım Kürt tarihine de inkarcı yaklaşılması sonucunu ortaya çıkartmıştır. Özellikle Egemenler tarafından çıkarları doğrultusunda inkarcı yaklaşılmıştır. Bunun yanı sıra tarihteki her şeyi Kürtlere bağlayan ve olguyu gerçeğinden farklı gösteren yaklaşımlarda olmuştur.

İlkçağ ve Ortaçağın izah biçimi olan mitolojik ve dini bakış açısı o dönemin bireyi için izahın temeli olabilir. Günümüz koşullarında bu anlatım biçimi gerçeği ortaya çıkarmakta yetersizdir. Yazılı Tarih öncesi dönemi de tarihin bir dönemi olarak ele alacak olursak özellikle bu dönemin açıklanması mitoloji ve bir adım ötesi olan teolojiyle açıklanabilir. Kürt coğrafyasının çok yönlü ve işgale açık olması Kürt Tarihi hakkında olmadık dini ve mitolojik yorumlara sebep olmuştur, bu Kürt ataları için ideolojik savunmayı da güçlendirmiştir. Bu yüzden ilk ve ortaçağ düşünce biçimleriyle Kürtleri ve Tarihini doğru tanımlamak yeterli değildir.

Kürt tarih olgusu açısından bir diğer yaklaşımda dar milliyetçi ve tek boyutlu yaklaşımlardır. Dar milliyetçi ve tek boyutlu yaklaşımlar olgusal düzeyde olduğu kadar Kürt tarihi konusunda da büyük yanlışlıklara yol açmıştır. Özellikle tarih yazımında bir çok tarihçi resmi tarih yazımını reddedip yerine gerçek bir tarih bilincini koyamamaktadır. Buradaki en büyük eksiklik var olanı reddetme yerine alternatif bir tarih yazımı ortaya koyamamaktır.

Kürt olgusunun ve tarihinin aydınlatılması birçok ulus ve uluslararası egemen güçlerin çıkarlarını boşa çıkaracağından özellikle yasaklı bir alan olarak tutulmuş ve bilimsel temele kavuşturulmamasında çıkar umulmuştur. Bu çıkarlar en kaba baskı ve inkarlarla korunmaya çalışılmıştır. Bu durum halen tamamıyla aşılmış değildir.Oysaki bilimsel bir tarih yaklaşımı Kürtlerin genel özellikleri kadar kendi özgünlükleri içinde de son derece renkli, çarpıcı bir tarihe sahip olduğunu gösterecektir. Olduğundan farklı olgu yorumları politika ve eylem çizgisine yansıyınca birer ucube olup kendini kurtaramayacaktır. Kürt tarihine de olduğundan farklı yaklaşmak etik olmadığı gibi çarpık bir tarih anlayışı yaratmadır.

Var olanı doğru değerlendirip, var olandan en iyi faydalanma ve bilimsel olarak tanımlama yapmak varken, bilimsel olmayan değerlendirmelere girmek dilimize, edebiyatımıza ve tarihimize karşı kasıtlı davrananları ve ortaya atacağımız tezleri suiistimal etmek isteyenlere fırsat vermiş oluruz. Irkçı dar milliyetçi değerlendirmelerin Kürt tarihinin modern gelişimine faydası olamaz.

‘İnsanlığın binlerce yıllık emeği kısa süreli maddi çıkarlar uğruna acımasızca tahrip edilmektedir. İnsanlık tarihine beşiklik eden bu kültür ve tarihi inkar edip, tarihi İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudilikle yine hakim hanedanlıklar ve günümüzde de milliyetçi organizasyonlarla başlatmak ve izah etmek, gerçek tarihe karşı hakaret,inkar ve çarpıtma anlamına gelmektedir. Halkların ve emeğin tarihi ancak bu tarih anlayışları yıkılır ve aşılırsa yazılabilecektir.’

Başta Kürt halkı olmak üzere, Anadolu ve Mezopotamya’da yaşayan halklar kadar insanlığın da kitlesel bir ilgi alanı, odağı olabileceğine inanıyor, bekliyoruz. Tarih bilimi ve metodolojini çalışma esası olarak gören Bölümümüz, Türkiye'deki inkara dayalı genel politik tarih algısının neden olduğu bazı sorunlar içeren yaklaşımları bilimsel tarih çalışmalarıyla aşacaktır. Türkiye'deki tarih bilincinin yeniden gözden geçirilmesini sağlayarak, yüzlerce kültürün birbiriyle karıştığı böylesi bir ülkede, düşmanlıkları değil, iletişimi güçlendirecek bir tarih bilinci oluşturmanın peşindedir. Tarih Bölümü olarak; bilimsel ölçüleri esas alan bir kurum olmanın bilinciyle, sıradan insana tarihin son derece ilgi çekici olabileceğini, tarihi mirasın ve bilginin yadsınamayacak bir gündelik yaşam kaynağı olarak yeniden üretilebileceğini anlatmaya çalışacağız.




AMAÇLAR

Doğru Bir Tarih Bilinci Oluşturma: Zamana ve yıllara bırakılacak kadar lüksümüzün olmadığı ve olamayacağının bilinciyle hareket etmeliyiz. Büyük emekler ve bedeller ile yaratılan tarihin, sözlü, yazılı, görsel vb. bir çalışmayla belgelenmesi ve kaynaktan, toplumun ilgili kesimlerine aktarılacak bilgi akışıyla toplumsal tarih bilincinin yaratılması, bölümümüzün önceliklerinden birisidir.

Tarih Bolümü, tarih alanında araştırma ve inceleme yaparak, çarpıtılmış, inkar edilmiş gizlenmiş belgeleri kendinde merkezileştirip korunmasını sağlar.

Tarih bölümü, tarih alanında çalışmalar yapan yabancı ülkelerdeki enstitü, akademi vb. tarih konulu çalışmalarda bulunan kurumlarla ilişkiler kurar, ortak konferans, seminer, sempozyum gibi etkinlikler düzenler. Tarih Bölümü, bulunduğumuz coğrafyada egemenlerce çarpıtılan tarih bilincini yeniden gözden geçirir. Değişik kültürlerden halkların birlikte yaşadıkları Mezopotamya ve Anadolu’da, düşmanlıklar üzerine değil, ‘bir ağaç kadar hür, bir orman kadar kardeşçe’ birlikte yaşanılabilir bir tarih bilincini geliştirir.

Bir demokratik sivil toplum kuruluşu olmanın bilinciyle, toplumun her kesimine, günlük yaşamda tarihin kendisini yeniden üretmesinin olanağını sağlar.

Tarih bölümü, Mezopotamya’nın sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik, dinsel, sanatsal tarihine ilişkin tüm verileri bir araya getiren, bu konulara ilişkin tüm çalışmaları kendi bünyesinde toplayan ve bunları halkla paylaşan bir çekim merkezi rolü ve görevini üstlenir.

Tarih bölümü, halklar arasında düşmanlıklar, sınıfsal çıkarlarına endekslenen ilişki ve yaklaşım yerine, halkların büyük ve tarihsel özlemi olan özgür bir dünya yolunu aydınlatan tarih bilinci oluşturup, bu konudaki bilincinin geliştirilmesi ve genelleştirilmesini amaçlar.

Kürt Tarih Bilinci Yaratma: Geçmişinden; köklerinden, özünden koparılan, beleksiz bırakılan ve nesneler dünyasına hapsedilen Kürt halkı, maneviyatından kopuk bir yaşama mahkum edilmiştir. Tarihinde ilk kez tarihini yaratarak kendini yaratan Kürt halkı, yine ilk kez tarihinin öznesi olarak kendi kendini tanımlayabilme fırsatını yakalamasının doğru değerlendirilmesinin olanaklarını hazırlar.

Tarihimizi öğrenerek edineceğimiz toplumsal bilinç ve birikimle belleğimizi güçlendirerek zengin olan tarihimizle yeniden buluşmanın olanaklarını sağlar.

Tarih bölümü, egemenlerce yok sayılan Kürt halkının tarihini, Zağros ve Toros’ların bir dayanak oluşturduğu Verimli Hilal denilen bölgede, neolitik kültür eksenli yeni bir toplumsal tarih projesini geliştirir.

Kurumsallaşma: Kurumsal işlevi net olarak tanımlanamamış, gelişip güçlenmesi, kaynağından beslenmesi sağlanamamış olan hiçbir organizasyonun; kurum ve kuruluşun başarma şansının olduğunu-olacağını söyleyemeyiz. Bu aşamada ivedilikle yapılması ve hayat kazandırılması gereken elbette ki kurumsallaşma olacaktır.

Tarih Bölümü çalışmalarını kalıcılaştırma ve nitelikli bir seviye tutturmak için, ‘örgütsüz, denetimsiz güç, güç değildir’ anlayışıyla, organizeli, projelendirilmiş, kolektif çalışma tarzını esas alarak kurumlaşmayı, kadrolaşmayı en önemli ve öncelikli görev olarak görür. Bunun için, Enstitüde tarih konulu toplantılar ve kadrolaşmaya dayalı eğitim çalışmaları düzenler.

Bölüm olarak enstitüleşmek, okullar, kütüphaneler açmak, burslar vermek gibi uzun vadeli çalışmalar amaçlamaktadır.

Yurtdışında Kürt tarihi üzerine çalışmalarda bulunan kurum ve kişilerle dayanışma içinde olunur.

Güçlü, yetkin ve başarılı bir kurumsal çalışmanın ancak yetkin kadrolaşmayla mümkün olabileceği düşüncesiyle, tarih bilimi ve metodolojisi gibi konular üzerinde kadro eğitimi yapılır.

Tarih ve arkeoloji araştırma birimleri oluşturulur.

Araştırma birimleri, Tarih Bilimi ve Metodolojisi, Tarih Projeleri, Tarih çalışma Kılavuzu, Sözlü Tarih Projesi, Yerel Tarih Projesi, Aşiret Tarih Projesi ve Kürt Tarih Projesi biçiminde örgütlendirilir.

Araştırma ve İnceleme: Tarih bölümü, konu aldığı tarih içinde kendini sorumlu gördüğü alanların tarihinin sözlü, yazılı, görsel, işitsel belgelerini toplayıp koruyarak, bunları ilgililere ve kamuoyuna açacaktır. Yani Tarih Bölümünün amacı teknik anlamda tarih yazmaktan çok, tarihe ışık tutacak sözlü, yazılı belgeleri gün ışığına çıkarmak, tarihe tanıklık yapmak ve böylece meslekten tarih yazıcılarına, diğer araştırmacılara ve ilgililere, güvenilir belgelere dayalı ve kolay erişilebilir zengin bir kaynak kazandırmaktır. Bu aslı sorumluluğun yanı sıra değerlendirilmesi, duyurulması, tartışılması için gerekli çabalarda bulunacaktır.

Basım – Yayın: Yürütülecek çalışmalarla edinilecek birikimlerin, halka akışının sağlanması amacıyla Zend dergisi başta olmak üzere ilgili yayınlara tarih konulu yazılar yazılır ve Tarih Bölümü Web sitesinde yayınlanır.

Tarihsel birikimlerin düzenli olarak, toplumsal belleğe taşınmasını amaçlayan dergi, kitap, bülten, web sitesi vb. çalışmaların yanı sıra sempozyum, panel, seminer ve sergilerle, tarih bilincinin yaratılması ve güçlendirilmesini amaçlayan tarih dersleri toplumun her kesimine ulaştırılır.

Basılı yada el yazması yazılı, sözlü, görüntülü belgeler, kitap, broşür, bildiri, afiş, kartpostal, fotoğraf, resim, anı belgelerinin doğal yada bilinçli tahribi önlenir, olanlar korunur, yabancı devletlerin elinde bulunanlar getirilmeye çalışılır.

Bu belgeler gelişen teknolojik olanaklarla kopyalanarak arşivlenir ve tahrip olmayacak biçimde orijinal yada fotokopi, mikrofilm, mikro fiş, video, ses bandı vb. olarak korunur, işlenmesi için araştırmacıların hizmetine sunulur.

Yasal gereklere uygun olarak aynı yada benzer amaçlı olan resmi yada sivil yerli yada uluslararası kurum ve kuruluşlarla, yayın evleriyle ortak çalışmalar yapılır.

Arşiv: Belgelerin saklanması ve korunması olan arşive, araştırmacılar içinde en çok ihtiyaç duyan tarihçilerdir. Arşivin kaynak olarak kullanılması, belgelerin arşive nakledilince düzenlenip araştırıcıya sunulması ve kullanıcıya açık olması...Belgelerin saklanmasında seçici olunması... Arşiv kaynaklarının bilgisayara yüklenmesi ve Internet bağlantısıyla isteyen herkesin ulaşabileceği duruma gelmesi gibi konularda çalışmalar yapılır.

Yaşayan tarih belgelenerek, sözlü tarih, fotoğraf, film, roman, günlük gibi görsel ve ifade biçimlerine ulaşılacak ve arşivlenecektir.

YAPILANMA

Nasıl Bir Tarih Bölümü

Tarih Bölümü önüne koymuş olduğu amaçlarını mümkün olan en geniş bir bileşenle gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu amaçla tarih bölümüne çeşitli düzeylerde katılabilecek tüm potansiyel güçleri aktifleştirmeyi, kurum bünyesinde üretim sürecine katılımı hedeflemektedir. Mezopotamya ve Anadolu’nun sosyal, siyasal ve kültürel gelişim tarihleri üzerine çeşitli düzeylerde çalışma yapmış ve yapmakta olan yurtsever, devrimci demokrat tarihçiler, akademisyenler ile yine Tarih, Arkeoloji, Antropoloji, Sosyoloji gibi tarihe yakın bilim dallarında-bölümlerinde lisans öğrenimini görmüş veya gören üniversite öğrencilerini, günülülüğü esas alan nitelikli emek sürecine çekecektir.

Mezopotamya, Anadolu tarihi alanlarında bilimsel, akademik faaliyet yürüten kurum ve kuruluşlarla diyalog halinde olmayı, bunlarla ortak projeler yürütmeyi hedeflemekte, yine genel olarak tarih çalışması yürüten tarihçiler, akademisyenlerle, kurum ve kuruluşlarla dayanışma içinde olmayı benimsememektedir. Bu amaçla en kısa zamanda bu ilişki ağını oluşturmak için ciddi bir çaba içerisine girecektir.

Tarih Bölümü akademik faaliyetlerini uzun vadede anabilim dalları üzerinden yürütmeyi hedeflemektedir. Bu anabilim dallarının örgütlendirilmesi, tarih bölümünün kurumsallaşma düzeyiyle paralel bir gelişim seyredecektir. Kısa vadede geliştirilmese de Tarih Bölümünün kurumsallaşmasıyla, anabilim dalları da zaman içerisinde örgütlendirilecektir. Kürdistan Tarihinin özgünlüklerine göre yeni bir sınıflandırmanın da yapılması gerekmektedir. Özellikle Kürdistan tarihindeki dönüm noktaları, büyük gelişmelerin yaşandığı, köklü değişimlerin olduğu dönemlere göre bir sınıflandırmanın yapılması gerekmektedir. Tarih bölümü olarak bu sınıflandırmayı, süreç içerisinde akademik faaliyetler yürüten güçlerle birlikte netleştirmeyi hedefliyoruz.

Tüm tarihsel süreçlerin incelenmesi, tarihsel gerçeklerin açığa çıkarılması hedeflenmekle birlikte, insanlığın doğuş dönemi olarak da ifade edebileceğimiz, yine Kürdistan tarihinde de çok önemli bir yeri olan hatta belirleyici olan Neolitik Dönemi tüm yönleriyle inceleyip tarihsel gerçekleri açığa çıkarmak Tarih Bölümümüzün çalışmalarında önemli bir yer tutacaktır.

Tarih Bölümü kurumsallaşırken, yapılanmasını kastlaşma temelinde değil, proje ve branşa dayalı iş bölümü temelinde kuracaktır. Bu bağlamda, Tarih Bölümü, öğretmen-öğrenci ayrımının olmadığı, her çalışanın kendisini ve çevresini eğittiği bir tarih okulu olacaktır. Bu okulda herkes hem bir öğretmen, hem de bir öğrenci olacaktır. Bölüm olarak bunu hedeflemekteyiz.

Tarih bölümü kastlaşmayı red edip, kendi iç yapısında bunu ortadan kaldırmayı hedeflediği gibi, halka karşı da aynı yaklaşımı sergileyecektir. Tarih bölümü halktan kopuk, halkın üstünde yer alan, kastlaşmış bir kurum olmaktan, aydınlar eliti olmaktan uzak duracaktır. Halkla birlikte üretecek, ürettiğini halkla paylaşacak ve bu temelle aydınlanma hareketinin bir bileşeni, öznesi olacaktır.

Çalışma Yöntemi

Tarih Bölümü çalışmalarını yürütürken “Proje Bazlı Çalışma Yöntemi”ni esas alacaktır. Proje bazlı çalışma yöntemini kısaca şöyle tanımlayabiliriz; belirli kaynaklarla, belirlenmiş bir süre içinde, tanımlanmış uygulama adımlarıyla, başlangıçta açıkça ifade edilmiş amaç ve sonuçlara ulaşmak üzere yapılan düzenli çalışmadır. Proje bazlı çalışma, kaynakların akıllıca kullanıldığı, halka etkin bir etkileşim potansiyeli olan katılımcı bir çalışma yöntemidir.

Proje bazlı çalışma tek bir adımdan oluşmaz, bir süreçtir. Bir düşünceyle, niyetle başlayan projeler, esas olarak bu düşünce ve niyetlerin tasarlanmasıyla bir proje niteliğe kavuşur. Tasarımla birlikte açığa çıkan proje, gerekli insan ve mali kaynağın temin edilmesiyle gerçekleşme şansı bulur. Proje bazlı çalışmada en önemli aşama uygulama aşamasıdır. Uygulama aşamasını kısaca; gerekli insan ve mali kaynaklar temin edildikten sonra, belirlenen süre içerisinde hedeflere ulaşmak olarak tanımlayabiliriz. Son olarak ise sonuçların değerlendirilmesi aşaması yer alır. Bu aşamada proje sonucunda açığa çıkan sonuçlar değerlendirilerek daha sonraki projeler için sonuçlar çıkarılarak, çalışmada sürekli bir gelişim ve sürekliliği sağlanır.

Proje bazlı çalışma yöntemiyle, kurum içerisindeki rastgelilik, kendiliğindencilik engellenerek, kurumsal gelişmeye istikrar kazandırılır. Yine bu yöntemle hangi alanlarda, ne zaman, ne tür yeteneklerle faaliyetlerin yürütülebileceğini tespit etmek daha kolaydır. Ayrıca proje bazlı çalışma ile, kurumsal amaçlar projeler halinde somut ve daha spesifik olarak tanımlandığı için gönüllü katılımını artırır. Bu çalışma yöntemi ile, gönüllü emeğin uzun dönemli olmasına ve düşük-becerili katkılarla sınırlı kalmayıp, profesyonel katkılarla beslenmesine olanak sağlar.

Proje bazlı çalışma yöntemiyle bilginin belirli kişilerle sınırlı kalmasını, tekelleşmesini engeller, genel, belirsiz çalışma programlarının ortadan kalkmasını sağlayarak, somut çalışma programlarıyla kurum içerisindeki maddi ve manevi olanakların daha dengeli ve etkili kullanımı sağlayarak, kurum çalışanlarının daha etkin katılımını sağlar. Proje bazlı çalışma kurum içi şeffaflığı artırıp, örgüt içi demokrasinin gelişmesini sağlar.

Projelerin en saf biçimi gönüllü emekle gerçekleştirilen proje türüdür. Kuşkusuz bu en saf biçime birçok alanda ve somut işte ulaşma olanağı yoktur. Yine projelerin olanaklı olabilen ölçüde gönüllülüğe dayandırılması, öncelikli bir amaç olarak tanımlanması ve yaşama geçirilmesi, büyük bir anlama sahiptir. Öteki uçta, ayrı bir kategori olarak, projelerde daha az kalifiye emek gerektiren bir dizi işin de, iyi tanımlanması ve yönlendirilmek koşuluyla gönüllü emekle başarılması olanaklıdır. Projelerin yürütülmesinin azımsanmayacak kadar çok bileşeni gönüllü emekle gerçekleştirilebilir.

Bölüm yapısı

Bölüm, araştırmaya, incelemeye dayalı bilimsel çalışmalarını komisyonlar biçiminde yürütür.

Bölüm bünyesinde, ihtiyaçlar ve olanaklar dahilinde, çeşitli konularda ayrışmış araştırma komisyonları oluşturur.

Enstitünün Tüzük ve Programında belirtildiği gibi:

Tarih Bölümü: tarih alanında yoğunlaşan araştırmacıları kendi bünyesinde toplar; bolüm kendi içinden akademisyen ve yetkin kadrolardan oluşan bir üst komisyon oluşturarak çalışmalarını bu komisyon denetiminde sürdürür. Bölüm bilimsel bir tarih yazımı ve benzeri çalışmaları yürütmek için gerek duyulan birim ve alt komisyonlar oluşturabilir.

Bölüm Üst Komisyonları, bölümlerin dönem çalışmalarını-yıllık faaliyetleri planlar ve organize eder; gerekli gördüğü sayıda alt komisyonlar oluşturur, onların çalışmalarını denetler.

Bölüm Üst Komisyonları çalışma alanlarıyla ilgili faaliyette bulunan kuruluş ve kişilerle ilişki kurar, belge, bilgi alışverişlerinde bulunur, ortak toplantılar düzenler. Bölüm Üst Komisyonları bölümleriyle ilgili yurtiçi ve yurtdışı toplantılara katılacak temsilci ve delegasyonu belirler ve yürütme konseyinin onayına sunar.

Bölüm Üst Komisyonları bölümün faaliyetlerini, senatonun onayından geçen iç yönetmeliklerle sürdürür.

Bölüm Üst komisyonu üç kişiden oluşup bölümün asil üyeleri arasından ve bölüm üyeleri tarafından bir yıl için seçilir. Bölüm üst Komisyonları ayda bir toplanır.

Bölüm Başkanları senatoda seçilir; sosyal yaşamda bölümlerini temsil eder, komisyonların faaliyetlerini yönlendirir, bölümlerin yıllık çalışma planlarını hazırlar, faaliyet raporlarını senatoya sunar.

Üyelik

Aslı üyeler: Tarih ve arkeoloji alanlarında; sosyal, siyasal, kültürel araştırma, inceleme çalışmalarında bulunan, Tarih Bölümü’nün herhangi bir komisyonunda yada biriminde yer alan, tüzük ve programı benimseyen ve üyeliği onaylanan kişilerdir. Aslı üyelik, Bölümün önerisi ve senatonun onayı ile gerçekleşir. Üyelik başvurusu en geç üç ay içinde sonuçlandırılır.

HEDEFLER

Kısa Vadeli Hedefler

Tarih ve tarihle ilgili çalışmalarda bulunan kişi ve kuruluşlara ulaşarak çalışma alanının belirlenmesi ve kaynaktan düzenli bir akışın sağlanması,

Kurumsallaşmanın gerçekleştirilmesi,

Tarih Bölümü Genel Programı’nın çıkarılması,

Tarih Bölümü üye formunun hazırlanması ve ihtiyaç durumuna göre üye kaydının yapılması,

Yurtsever eğitimcilerle ilişkilenilmesi ve katılımlarının sağlanması,

Benzer alanda çalışma yapan, yurt dışında ve içinde bulunan kurum ve ilgili kişilerle ilişkilenilmesi ve çalışma birlikteliğinin yakalanması,

Arşiv biriminin oluşturulması, mevcut kaynakların toplanması ve proje ekiplerinin faydalanacağı bir arşivin oluşturulması, bunun için teknik alt yapının hazırlanması; yer, bilgisayar vb.

Projeler üzerinden, proje gruplarının örgütlendirilmesi,

Enstitünün Web Sitesi’nde Tarih Bölümü sayfasının hazırlanması,

Tarih alanında çalışma yapmış akademisyenlerden oluşan bir danışma kurulunun oluşturulması,

Enstitünün yayın organı olan Zend dergisine, düzenli olarak tarih konulu yazıların yazılması,

Kürt Tarih Atlasının hazırlanması.

Orta ve Uzun Vadeli Hedefler

Kürt tarihini araştırma-inceleme birimlerin oluşturması,

Sözlü Tarih Projesi Komisyonunun oluşturulması,

Sözlü Tarih Projesi Konferansının düzenlenmesi,

Tarih belgesellerinin hazırlanması,

Yerel Tarih Proje Komisyonu ve buna bağlı olarak, ilk etapta Diyarbakır, Şanlıurfa, Van, Batman ve Mardin gibi tarihi kentlerde yerel birimlerin oluşturulması,

Yerel Tarih Konferansının düzenlenmesi,

Tarih Bilimi ve Metodolojisi üzerine bir broşürün hazırlanması,

Sözlü Tarih Çalışmaları üzerine bir broşürün hazırlanması,

Yerel Tarih Çalışmaları üzerine bir broşürün hazırlanması,

Proje bazlı çalışma yöntemi üzerine bir broşürün hazırlanması,

Ortadoğu Kürt Tarih Konferansı’nın yapılması,

Kürt Tarih Ansiklopedi Dizisinin oluşturulması,

Kürt Tarihi Kitap Setinin hazırlanması,

Kürt Tarih Enstitüsü'nün kurulması.

Kürt Tarih Enstitüsü'nün kurulması.

alıntı.....http://www.enstituyakurdi.org/index.php